NEW YORK FILM FESTIVAL 2015 (PART 3) Ve diğer filmler.

h. nazan ışık—

27 Eylül 2015—

Neden bazı filmleri sever, bazılarını sevmeyiz ve hatırlamayız bile? Yönetmenin stili, konuyu anlatım tarzı mı, kamera hareketleri, kullanılan açı, ışıklandırma kısacası sinematografi mi, müzik mi, kostüm mü, set dizayn mı, kurgu mu, oyuncuların oyunu mu, yoksa kendileri mi, senaryomu yoksa hepsi mi? Konuyla olan bağlantımız mı acaba? Eminim her unsurun ayrı ayrı yeri var bir filmi hatırlamamızda.

Film Society of Lincoln Center (FSLC) bu yılki New York Film Festivali’nde yer alan filmleri belittiği zaman şöyle bir baktım ve yönetmen Yorgos Lanthimos’un adını görünce yaptığı ‘The Lobster” en merak ettiğim filmdi.

 

THE LOBSTER

 Toplumsal kurallar bizleri, kişiliğimizi, ilişkilerimizi, sevgi dünyamızı etkileyebilir mi?

thelobster-7x4                                        Colin Farrell ve Rachel Weisz “The Lobster” filminde. (FSLC)

 Yorgos Lanthimos’un daha önce yönettiği ve Efthymis Filippou ile yazdığı “Dogtooth” (çocuklarının dışarıyla ilişkisine izin vermeğen ve HERŞEYI evde öğreten bir anne-baba) ve “Alps” (yaslı insanlara ölülerinin yerini alarak üzüntülerine yardımcı olan bir grup) filmlerini görmüşmüydünüz? Olanaksız , uyumsuz, gerçeküstü görülen olayları kara mizah /komedi /hüzün karışımında yazmada usta iki yazar ve olağanuştü tarzıyla bilinen bir yönetmenin eserleri bu iki filmde. Ve “The Lobster” onlardan da kademeli bir film. Bu kez ‘ilişki’ konusu.

Yalnızlığın, bekarlığın kabul edilmediği bir toplum düşünün. Yalnızlar bir ‘Otel’ e gönderiliyor ve orada 45 gün içinde kendileriyle ortak yönü olan bie eş bulmaları gerekiyor. Bulamazlarsa 45 günün sonunda kendilerinin seçtiği bir hayvan oluyorlar.

Karısı tarafından terkedilen David (Colin Farrell) yanında bir köpekle gelir Otel’e. Köpek daha önce Otel’e gelmiş 45 gün içinde sevgili bulamayan ağabeyidir. David Lobster (Istakoz) seçer kendine. Otel’de herkes kadın başkan tarafından gözlenmektedir, ‘masturbasyon yapmak’ kesinlikle yasaktır, yapanlar yakalanırsa cezalandırılır.

David iki erkekle (John C. Reilly ve Ben Whishaw) arkadas olur.

Otel’in dışında -belki Otel’den kaçmağı becermiş- ormanda yasayan bir toplum daha var: “Yalnızlar.’ Otel’de kalanlar avcılık sırasında uyuşturucu tabanca ile yakaladıklari ‘yalnız’ için bir gün ekliyorlar 45 güne.

David kacmağı becerir ve ‘yalnız’lara katılır. Orada “Otel’ kurallarının tam tersi eşleşmek, aşık olmak , birbirine dokunmak, flört etmek tamamen yasaktır ve cezalandırılırlar. Başkan ((Léa Seydoux) kerkesi izlemektedir. David kendine uygun, seveceği biri (Rachel Weisz ) ile tanışır. Hafif ve komik olan ilk bölüm ikinci yarıda değişik yönde gelişir.

Yorgos Lanthimos’un kara mizahına hoş geldiniz.

Kesinlikle tekrar görmeği arzuladığım film umarım Oscar zamanı bir çok ödüle aday gösterilir.

 

CAROL

 Todd Haynes’in filmi “Carol” da bir ilişki, bir aşk hikayesi. Ama kesinlikle “The Lobster” daki ilişki, ask hikayesinden çok farklı.

carol-7x4                                        Carol(Cate Blanchett) ve kocası(Kyle Chandler) “Carol”’un bir sahnesinde (FSLC)

New York dışında yaşayan evli, zengin, güzel, zarif, şık Carol (Cate Blanchett) kızına Noel hediyesi almak için New York’ta nbir dükkana gelir. Orada çalışan genç Therese (Rooney Mara) yardım eder. Ve aralarında bir elektiriklenme olur. Carol eldivenini tekini unutur yada bırakır, böylece ilişkiye girerler. Fotoğrafla ilgili Therese Carol’un sokakta resimlerini çeker

Carol kocasından (Kyle Chandler) boşanmak üzeredir. Film 1953’te geçer ve eşcınsellik alışılmış birşey değildir. Ama genede ikiside birbirini sever ve beraber olmak isterler…

Görüntü yönetmeni Ed Lachman Super-16 film kullanarak 1950’leri çok güzel canlandırmış. Kamera hareketleri, ışık ve araba penceresinin arkasından çekilen yakın çekimler seyirciyi dışarda bırakmak yerine , daha çok görebilme merakı yaratmış.

Senaryosunu Phillis Nagy’nin Patricia Highsmith’in romanı ‘The Price of salt’ a dayanarak senaryosunu Phyllis Nagy’nin yazdığı “Carol” filminde yönetim, oyuncuların oyunu, sinematografi, kostüm…herşey güzel. Ama birdaha görmek istermiyim, yıllar sonra film aklimda kalır mı? Cevabım kesinlikle ‘hayır; olur.

 

BROOKLYN

 John Crowley’in filmi “Brooklyn” için 1950’lerde New York’ta yaşanan başka bir aşk hikayesi dersek hem doğru olur, hem olmaz.

brooklyn-7x4                                  Emory Cohen ve Saoirse Ronan “Brooklyn” filminde. (FSLC)

Colm Tóibín’in romanına dayanarak Nick Hornby ‘nin yazdığı senaryo aşk hikayesinin yanısıra özelde Amerika’ya gelen bir göçmenin, genelde bütün göçmenlerin, yaşadığı ikili hayatın güçlük ve çelişkilerini konu alan bir film.  

 Eilis Lacey (Saoirse Ronan) Güney Irlanda’da annesi ve ablası Rose (Fiona Glascott ) ile yaşayan genç bir kız, hafta sonları bir dükkanda çalışmaktadır. Yapacak fazla birşey yoktur o’nun için. Muhasebeci olarak iyi bir işi olan Rose New York’a yerleşmiş Irlandalı Papaz Flood (Jim Broadbend) aracılığı ile Eilis’e New York, Brooklyn, de yatacak yer ve iş bulur.

Eilis sendiklerini arkada bırakarak yola çıkar. Vapurda Irlandalı Amerikalı bir kadın yardım eder ve gümrükte nasıl davranmasını öğretir.

Sevdiklerini arkada bırakmak kolar değil, hele , memleket özlemi, vatan hasreti çekmek daha da zordur. Ama Papaz Flood herzaman yanında o’na yardım eder. Eilis gündüzleri çalışıp geceleri muhasebecilik dersleri almağa başlar.

Bir Irlanda dans gecesinde Italyan Tony (Emory Cohen) ile tanışır. Aşık olurlar birbirlerine. Eilis hayatından çok mutludur.

Takii Irlanda’dan ablası Rose’un ölüm haberi gelene kadar. Eilis Irlanda’ya yalnız olan annesini ziyarete gitmeden önce Tony ile konuşurlar. Tony:” Ev evdir” der ve Eilis’in geri gelmemesinden korktuğunu belirtir.

Eilis annesine, Irlanda’ya gider. Orada bir ış bulur muhasebeci olarak ve hatta bir de sevgili….

Doğru, Tony’nin dediği gibi “Ev evdir”. Ama o’nun için ‘Ev’ neresidir?

Doğma büyüme Amerikalıların bu filmi göçmen gözüyle anlayıp, ne kadar yaşayabileceklerini bilmiyorum. Ayrıca göçmen gözüyle bile yabancı bir ülkede koşulsuz yardım edecek birini bulmak , ev, iş, okul bulmakta filmde ki kadar kolay değil sanıyorum. Belki 1950’lerde hayat sartları daha değişikti.

 

BRIDGE OF SPIES

 “Bride of Spies” Soğuk Savaş döneminde 1962’deki U-2 pilotu Francis Gary Powers ile Sovyet ajanı Rudolph Abel (Mark Rylance)’in değiş tokuşunu konu alan tarihsel casus gerilim filmi

bridgeofspies-7x4                                         Tom Hanks “Bridge of Spies” filminde (FSLC)

Aynanın önünde oturmuş bir adam yağlı boya ile kendi portresini boyuyor. Bir telefon konuşması yapar ve tuvali koltuğunda metroya biner. Farkederiz ki dört adam o’nu takip etmektedir. Iner metrodan, New York’un köprülerinden birinin resmini boyar. Bir ara tuvalinin boyunu ayarlar gibi yapar ve oturduğu banka yapışık metal parayı alır, eve gelir. Paranın icinden bir kağıt çıkar. Bu Steven Spielberg’ün yönettiği ve senaryosunu Joel ve Ethan Coen kardeşlerin Matt Charman ile beraber yazdıği “Bridge of Spies” in hiç konuşmasız on dakikalık açılış sahnesi. Yıl 1957, ve boya yapan adam Sovyet ajanı Rudolph Abel (Mark Rylance. FBI gelir evine ve her yeri aramağa başlar. Abel gayet sakin “paletimi temizleyebilir miyim, boyalar kurur” der. Paranın içinden çıkan kağıdı bez parçasının içine koyar ve paleti temizler. Böylece filmin başında ki ‘yağlı boya’ iki yerde kullanılmış olur.

Abel içeri alınır. Pazarlık etmekte, tartışmada usta olan sigorta avukatı James B. Donovan (Tom Hanks) avukat olarak verilir. Ve pazarlık başlar. Ilk önce hakim ile: ölüm cezası yerine, eğer Amerikan casusu yakalanırsa takas olarak kullanmak amacıyla hapis cezası vermek daha iyi der. Abel hapis cezasına mahkum olur.

1960’da bir U-2 casus uçağı vurulur ve pilotu Francis Gary Powers (Austin Stowell) yakalanır, yargılanır. Şimdi hem Amerika hem de Sovyetler ellerinde birer tane casusu vardır ve Donovan’ın yönettiği pazarlık olayı başlar…..

FSLC tarafından NYFF filmleri arasında Steven Spielberg, Joel ve Ethan Coen ve Tom Hanks isimlerini bir araya getiren gerçek olaya dayanan casus drama türü gerilim filmi “Bridge of Spies”ı okuyunca “The Lobster” gibi görmem gereken filmler listeme koymuştum hemen.

Verdiğim en iyi kararlardan biri. Hem Tom Hanks, hem Mark Rylance’nin oyunu kesinlikle birçok ödüle hak kazanacak kadar güçlü. Umarım Oscar zamanı filmin adından çok işitiriz,

© h. nazan ışık/NKENdiKEN