2014 Tribeca Film Festivali (I. Bölüm): Kurmaca Filmler.

h. nazan ışık—

25 April 2014—

Tribeca Film Festivali (TFF) bu yıl 16 Nisan-27 Nisan tarihleri arasında yer alarak 13. yılını kutluyor. Programında 40 ülkeden 89 uzun, 58 de kısa metrajlı film var.

2002 yılında Robert De Niro, Jane Rosenthal ve Craig Hatkoff tarafından kurulan festival, yetkililerin verdiği bilgilere göre festivale sunulan toplam 1300 filmden seçilen 116 uzun ve 36 kısa metrajlı film ile başlamıştı. Eski yıllardaki sayılarla bu birkaç yılı kıyaslarsak son üç yılda TFF ‘nin programı daha odaklanmış görünüyor, kesinlikle belgesel filmlerin güçlülüğü ile dikkat çekiyor.

Bu yazıda sadece kurmaca filmlerden bahsedecegim, bana hitap eden, benim beğendiğim kurmaca filmlerden.

IN ORDER OF DISAPPEARANCE (Kraftidioten)

In order of disappearance_Photo by_Philip Ogaard-1

Foto:Philip Øgaard

Cinayet, uyuşturucu madde kaçakcılığı, drama, ihanet, öç alma, gibi ciddi konuları kapsayan bir polisiye (!) filmi, heyecan, aksiyon, duyarlılık, ve en önemlisi komedi ve kara mizahla dolu olabilir mi diye düşünürseniz, bu film kesinlikle sorunuza, merakınıza cevap olacak bir film. Yönetmen Hans Petter Moland bütün unsurları çok eğlendirici bir biçimde biraya getirmiş. Bir de bunlara başarılı oyunculuğu ve Philip Øgaard’dan güzel sinematografiyi ekleyin.

Film, ya gece ya da akşamın geç saatinde bembeyaz, karla kaplanmış bir bir dağ yolunda yaklaşan kar küreme aracının farları ve yolu temizlerken etrafa fırlattığı karla açılır. Traş olan bir adamla devam eder. Karısı ütülü bir gömlek getirir ve kravatını takmasına yardım eder. Kar küreme araçlarının sahibi Nils Dickmann (Stellan Skarsgård) Norveç’te yaşayan Isveçli bir göçmendir. Kendisine verilen “Yılın Vatandaşı” ödülünü kabul etmek üzere hazırlanmaktadırlar. Yemek, ödül, herkez mutludur. Takii Oslo havaalanında çalısan tek oğullarının ölüm haberi gelene kadar. Morg, ölüyü teşhis etmek ve polisin ölüm nedeninin fazla uyuşturucu madde olduğunu ileri sürmesi herşeyi değiştirir. Bütün mutlulukları bir anda kaybolur. Polis ne derse desin Nils oğlunun uyuşturucu madde kullanmadığına ve bunun cinayet olduğuna inanır. Polisten pek yardım almayınca araştırmayı kendisi yapmaya ve öç almaya karar verir. Önce birini bulur. Öldürmeden önce o’na kimin emir verdiğini öğrenir, onları bulur…..ve adım adım tepeye kadar erişir: uyuşturucu madde ticareti aileden kendine kalmış genç “The Count” (Pål Sverre Hagen) isimli biridir tepedeki adam. Ama iş orada bitmez, bu tepenin karşısında başka bir tepe daha vardır: Sırp mafia lideri “Papa” (Bruno Ganz). Ve ‘öç alma’ olayı gayet soğuk ama eğlenceli, kara mizah olarak devam eder.

 MANOS SUCIAS

Yönetmen Josef Wladyka’nın filmi Manos Sucias TFF’de uyuşturucu madde trafiğini konu alan bir film daha. Bu kez mekan Kolombiya. Yaşama sartlarını düzeltmek için insanlar neleri göze alır, kendi görüşlerinden, inançlarından ne kadar fedekarlık edebilirler?

Karısının terkettiği ve oğlunun milisler tarafından öldürüldüğü 30 yaşlarında çok mutlu olmayan Jacobo (Jarlin Martinez) ile yeni evli, bir çocuk babası genç, mutlu, hayat dolu, 20 yaşlarındaki Delio (Cristian Advincula) aynı amacı paylaşmaktadırlar: kendilerine daha iyi gelecek sağlamak. Bu da para demektir.

Ve amaca ulaşmak için ikisi de Kolombiya’nın Buenaventura limanından Panama’ya kayiğa bağlanan torpido içinde kokain kaçırmak olan tehlikeli bir iş teklifini kabul ederler. Yanlarında motorlu kayığı kullanan, yolu bilen, patronlarla cep telefonu ile ilişkide olan, yanında tabanca olan narkotik çetenin bir üyesi ile yola çıkarlar.

Yolda karşılaştıkları çeşitli anlaşmazlıklar ve zorluklar her ikisini de inançlarından uzaklaşıp birini öldürmek yada öldürmemek gibi önemli bir kararla karşı karşıya bırakır.

Film arkadaşlık, beraberlik hislerini çok iyi işlemenin yanında insanların şartlar karşısında inançlarını koruyup koruyamadığını, değışıp değişmediğini de inceleyen bir hikayeyi konu alır.

 TRAITORS

Festivalde uyuşturucu madde trafiğini, ticaretini konu alan başka bir film’de Traitors. Bu kez konu Fas’ta geçer.

Malika (Chaimae Ben Acha) kızlardan olusan “Traitors” isimli bir grubun baş şarkıcısı. Kendilerini sokaklarda arabayla hoparlörden müzik yaparak tanıtmaya çalışırlar. Ama yeterli değildir. Bir gün bir müzik prodüktörü onlara demo yapma şansı verir, ancak onu ödeyecek paraları da yoktur. Arabalardan çok anlayan Malika bir gün babasının garajinda iken uyuşturucu madde işinde çalışan Samir (Mourade Zeguendi)’in arabasını tamir eder ve ondan bir iş teklifi alır büyük paraya. İş arabanın içine, kapılarına haşiş yerleştirip arabayı bir yere getirmektir. Yanınada çetenin bir üyesi olan, sınırı geçerken nasıl davranmalı konusunda tecrübeli Amal’ı (Soufia Issami) verirler. Yolda Amal’ın hamile olduğunu, korktuğu için orada kaldığını öğrenen Malika o’na kaçma imkanı hazırlamak ister. Amal’in “hem beni hem seni öldürürler” demesine rağmen planı sürdürmeğe karar verir. Malika tek başına bir çeteyle baş edebilir mi?

Sean Gullette’nin yazdığı ve yönettiği film festivaldeki en iyi senaryosu olan, hiç açık kapı bırakmayan filmlerden birisi

BROKEN HILL BLUES (Ömheten)

BrokenHillBlues

Sofia Norlin’in filmi Brooken Hill Blues’dan bir sahne. Kamera: Petrus Sjovik.

Bir filmin iyi olması, bir senaryonun güzel olması için çok diyaloğa ihtiyaç var mı? Sofia Norlin’in yazdığı ve yönettiği ilk uzun metrajlı filmi Broken Hill Blues buna ihtiyaç olmadığını ispatlar.

Broken Hill Blues bir kasabayı, gelir kaynağını ve onunla çelisen çevrebilimsel özelliğini, kasabanın geleceğini, ve özellikle dört gençin hiyayesi ile genç nesilin rüyalarını ve orada yaşayanların hayatlarını konu alan çok katmanlı bir film.

Kiruna İsveç’in kuzeyinde demir cevheri maden ocaği etrafına oturmuş bir kasaba. Maden ocağı hem kasabayı beslemekte hem de kasabanın temelini tehlikeli bir şekilde sarsarak kasabayı yemekte. Film dört genci konu alır: Markos (Sebastian Hiort af Ornäs), babası maden ocağında ölmüş, okulu çok sevmeyen, hurda bir arabayı tamir edip, biraraya getirdiği mavi bir arabanın sahibi, araba tamircisi olmak isteyen kırgın/kızgın bir genç. Helena (Jenny Sandberg), Markos’u rahatlatan, O’nun hassas kısmını ortaya çıkaran kız arkadaşı. Daniel (Alfred Juntti) okulla pek problemi olmayan fakat babasının alkoholik olmasına kızan biri. Zorin (Lina Leanhersson), Balkan ülkelerinden birinden gelmiş babasıyla yaşayan -filmdeki tek esmer karakter-, fotoğrafcılığı ve yüzmeyi seven, Daniel’e ilgi duyan, canlı, güzel, ne istediğini bilen genç bir kız.

Markos tamirci olmak için iş arar ama hiçbir yerde iş bulamaz, ve istemese bile maden ocağinda işe başlamak zorunda kalır. Hala O’nu tek memnun eden iki şey: arabası ve Helena’dır.

Daniel’in problemi daha büyük: tam ne istediğini bilmiyor daha, Hala babasına kızgın, içine kapalı, Zorin’in ilgisinin değerini kavrayamayan, kendine bir yol arayan, kendini arayan bir genç.

Sofia Norlin’in çok az diyaloglu filmi ılginç bir hikaye anlatımına sahip. Yönetmen herşeyi bir tepsi içinde sunmak yerine seyirciye bırakıyor yorumu.

Festivaldeki en iyi filmlerden biri.

BRIDES (Patardzlebi)

Gürcistan doğumlu Tinatin Kajrishvili festivaldeki diğer kadın yönetmenlerden biri. Yapımcılığını yaptığı, yönettiği ve David Chubinishvili ile ortak yazdığı yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi Brides Gürcistan’daki yargı sistemini, sadece tutukluların değil onların dışardaki yakınlarının da bir yerde tutuklu olduklarını, kadınların uğraşlarını, günlük hayatlarını ve içerdeki sevdikleriyle biraz olsun beraber olmak için cabalarını dile getiren bir film.

Filmin ana karakterleri Nutsa (Mari Kitia) ve Goga(Giorgi Maskharashvili). Ikisi evli değiller ama iki tane çocukları var. Goga 10 sene ceza almış, içerde, Nutsa’nın meşguliyeti Gora’yı ziyaret etmek, çalışmak ve iki çocuğuna bakmak.

Film yüksek duvarlı, soğuk görünüşlü bir bina önünde bekleyen her yaştan kadın ve çocukla açılır, hepsi birilerini ziyaret etmek için beklemektedir. Çocuklar yorgun, sıkılmış, ağlar. Bazıları çişini tutamaz. Uzun araba yolculuğu, uzun bekleme ve çok kısa ziyaret zamanı olsa bile büyükler de –diyelimki- sabırla beklemektedir. Gayet kuvvetli bir açılış.

Kadınlar erkeklerine izin verilen ölçüde yiyecek, giyecek getirebilirler, uzun bir aramadan geçerler, içerde kalın bir camın arkasından konuşurlar, küçük çocuklar babalarını tanımazlar. Her iki taraf içinde üzücü, soğuk ve en önemlisi hiç bir kişisel yakınlaşma ve kişisel gizlilik olmayan bir ortam.

Bir gün kanun değışır ve evlilere altı ayda bir, özel odada bir gece kalma hakkı verilir. Bunun üzerine herkes evlenmek ıçin başvurur. Sırada bekleyen kadınlar arasında yaşlı bir hanım ve de çok genç bir kız da vardır. Yetkililer kadınlara “Kaç yıldır berabersiniz, neden evlenmediniz?” gibi sorular sorduktan sonra dışarda bekleyen erkekleri getirirler, nikah kıyılır ve sadece kısaca birbirlerine sarılacak kadar kısa vakitten sonra ayrılırlar. Çok konuşma yok, hislerini gözlerinden okumak mümkün.

Nihayet beraber olma zamanı gelir, Nutsa ilk tanıştıkları günde giydiği elbiseyi giyer ve gider. Eşler yanyana olan, ama aynı avluya açılan odalara girerler. Herkesin ihtiyacı, özlediği şey farklı. Kimisi konuşmak isterken, kimisi sadece uzanıp yanında uyumayı tercih eder…kimisi şarkı söyler…herşey güzel, herkes mutlu, kısa bile olsa.

Yönetmen hisleri sadece kısa cümlelerle, ama daha çok bakışlarla anlatmış. Ve filmin son sahnesi …..ah! filmin son sahnesi…

Bu film de benim listemde en iyi filmlerden birisi.

HUMAN CAPITAL (Il capitale umano)

Kuş bakışıyla bir salonda verilen yemekten, partiden sonra masaları toplayan ve yerleri temizleyen garsonlarla açalır film. Filmin başı, filmin hemen hemen son sahnesi. Ve yönetmen Paolo Virzi seyirciye sanki “parti bitti” haberini vermek ister. Garsonlardan biri bisikleti ile gece yolda giderken bir araba çarpar ve araba yoluna devam eder. Tam bir “çarptı kaçtı” olayı. Garson yerde yaralı kalır.

Kimdi bisikletliye vurup kaçan?

Film 6 ay öncesine dönerek, iki aileyi tanıtır seyirciye. Orta sınıftan orta yaşlı, emlakçı Dino (Fabrizio Bentivoglio) , ikinci karısı psikolog, ikizlere hamile Roberta (Valeria Golino ) ve Dino’nun birinci evlilikten kızı Serena (Matilde Gioli ). Ve çok zengin Bernaschi ailesi; Giovanni Bernaschi (Fabrizio Gifuni), karısı Carla (Valeria Bruni Tedeschi) ve oğulları, Serena’nın erkek arkadaşı, Massimiliano (Guglielmo Pinelli).

Dino herşey pahasına Giovanni Bernaschi’nin ekonomik çevresinin parçası olmak ister ve karısına bile danışmadan evlerini ipotek eder, bütün parasını çok para yapacağı inancıyla Bernaschi’nin fonuna yatırır. Ama evdeki hesap çarşıya uyar mi?

Serena içinde hayat değişir. Massimiliano’yla ilişkisini sadece arkadaş olarak devam ettirip, sanatcı Luca (Giovanni Anzaldo) ile ilişkiye girer. Luca annesi, babası ölmüş, amcasıyla kalan, bazı problemleri olmuş, sadık , sevecen bir genç.

Hikaye olayları iki ailenin tanışmasından, ilk açılış sahnesindeki yemeğe kadar ayrı karakterlerin görüş açısıyla tekrarlayarak anlatılır. Ve son bölüm iki ailenin o günkü sosyal-ekonomik hayattaki yerleri, “vurdu kaçtı” yı yapanın bulunması ve garsonun ailesine verilen tazminatın tesbiti ile biter.

Sınıf farkınin yanı sıra, hırs, ihtiras, arkadan vurma, küçülme, sevgi, sadakat hislerini ele alan film, baştan sona seyirciyi uyanık tutan bir film.

 

KISA METRAJLI KURMACA FILMLER:

THE PHONE CALL

Insan hayatında küçüçük bir olay, bir telefon konuşması, o insanın hayatını değiştirmeğe, gözünü açmaya yeter mi?

Mat Kirkby 21 dakikalık filmi The Phone Call’da bu soruyu almış konu olarak, bununda ötesinde, telefon hattındaki iki kişinin değışık şekilde birbirlerine yardımını incelemiş.

Aynı odada çalışan iş arkadaşına selam verirken bile sıkılganlığını saklayamayacak kadar utangaç Heather (Sally Hawkins) “telefon yardım hattı” merkezinde çalışmaktadır.  Bir gün biri (Jim Broadbent) telefon eder. Adam sanki üzgün, ağlamaklı gibi sesler çıkarır. Heather yardım yollamak ıçın adamdan nerede oturduğuna, kim olduğuna dair bilgi almaya calışır. Ama adam: “sadece benimle kal, konuş benimle, elimi tut sonuna kadar” der.  Heather kalır telefonda.  Adam hayatını, özlemlerini, üzüntüsünü anlatır. Bu arada “yardım hattı”nı daha öncede aradığını söyler ve adını verir Heather’a.

Bu telefon konuşması, adamla telefondaki beraberliği Heather’in hayatının değişmesine neden olabilir mi?

Sally Hawkins’ın çok başarılı oyunu, Jim Broadbent’in etkileyici sesi, Mat Kirkby ve James Lukas’ın senaryosu ve Mat Kirkby’nin yönetimi ile bu 21 dakikalık film festivaldeki en güzel filmlerden biri.

 RECORD

Avusturalya yapımı 16 dakikalık yönetmen David Lyons’ın filmi Record “matemi” işleyen başka bir film. Bu kez karısını kaybetmiş baba ile annesini kaybetmiş kör kızı’nin acısını işleyerek. Baba kızına en sevdiği yemeği hazırlar, balık. Kızı iter ve yemez. Baba anlayamaz. Bir gün kızının odasına girer ve karısının hazırladığı bir sürü teyp görür. Dinler bir ikisini…Ve kızının neden balık yemediğini anlar. Bu o’na kızını anlamada yardımcı olur. Körün gözüyle matemi anlamada bir köprü olur.

 

© NKENdiKEN

© h. nazan ışık